Kısırlık, bir yıl boyunca korunmadan düzenli cinsel ilişkide bulunulmasına rağmen gebeliğin gerçekleşmemesi olarak tanımlanır. Kısırlık (infertilite) her kültürde ve her toplumda bir problem olarak algılanmaktadır. Ülkemizde kısırlık, üreme çağındaki nüfusun yaklaşık %15’inde görülmektedir. Kadınlarda çocuk doğurma yaşının artması, kısırlık tedavisinde yeni ve başarılı tekniklerin gelişmesi ve bu hizmetlere dair farkındalığın artması gibi faktörler dolayısıyla kısırlık tedavisine olan talepte büyük bir artış söz konusudur. Son yıllarda kısırlık tedavisinin yaygınlaşması ile kısırlığın psikolojik boyutlarına olan ilgi de artmıştır.
Kısırlığın psikolojik boyutu
Ebeveynlik, hem kadınların hem de erkeklerin yetişkin yaşamında büyük bir geçiş olarak görülür. Bireylerin çocuk sahibi olma istekleri gerçekleşemediğinde öfke, depresyon ve kaygı gibi psikolojik problemlerin yanı sıra, evlilik problemleri, cinsel sorunlar, sosyal etiketlenme (stigma), sosyal baskı ve sosyal izolasyon meydana gelmektedir. Çiftler kısırlık sonucunda kayıp ve yetersizlik duygularıyla birlikte özgüvenlerinde düşüş yaşayabilmektedirler. Yapılan araştırmalar, kısırlık durumunda kadınların erkeklere oranla daha yoğun psikolojik sıkıntı yaşadığını ortaya koymuştur. Ancak, erkeğin kendisi kısır ise, erkeklerin yaşadığı psikolojik sıkıntı da kadınlarınki kadar şiddetli olabilmektedir.
Bireyler kısırlık nedeniyle stres, depresyon ve kaygı yaşayabilmektedir. Kısırlık sorunu yaşayan bireylerin yaklaşık yarısında depresyon görülmektedir. Öte yandan, bu bireylerin yaklaşık %25’inde kaygı düzeylerinin yüksek olduğu bulunmuştur. Psikolojik bozuklukların üreme ve tüp bebek tedavisi sonuçları üzerinde etkisi olduğunu düşündürten araştırmalar yapılmıştır. Depresyon ve stres durumlarında bedenimizde meydana gelen hormonal değişimler ve immün fonksiyon değişiklikleri ovulasyonu ve üreme işlevini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Stres, hipotalamus-pitüiter-ovari eksenini etkileyerek anovulasyona, yani yumurtlama sorunlarına yol açabilmektedir. Psikososyal faktörler erkeklerde de semen kalitesini olumsuz yönde etkiler.
Kısırlık tedavisine başvuran çiftler, tedavi sürecinde de stres ve kaygı yaşayabilmektedirler. Tedavinin başarısız olması ise, yaşanan psikolojik sıkıntının daha da artmasıyla sonuçlanmaktadır. Medikal yardımla sağlanan gebeliklerde yaşanan aksaklıklar, çiftlerin yas, öfke ve kendinden şüphe etme gibi duygular yaşamasına yol açabilmektedir. Gebeliğin birden fazla kez erken sonlanması, yaşanan bu olumsuz duyguların şiddetlenmesine neden olmaktadır. Çiftler böyle durumlarda kendilerini bir ikilemin içinde bulurlar: gebelik denemelerine devam etmeli mi, yoksa tekrar kayıp yaşamaktan duyulan korku sebebiyle tedaviyi sonlandırılmalı mı?
Kısırlıkta psikoterapinin rolü
Medikal fertilite tedavileri, birtakım çiftlere gebe kalma konusunda yardımcı olmaktadır. Ancak bu yöntemler her zaman %100 başarı sağlayamamaktadır. Fertilite tedavisinde sorun yaşayan çiftler, yaşadıkları yas, kaygı ve üzüntü duygularıyla başa çıkabilmek için psikoterapiden faydalanabilirler. Psikoterapi aynı zamanda, çiftlerden birinin kısırlığı durumunda ortaya çıkan ve evlilik içi iletişimi sekteye uğratan suçluluk ve öfke duygularının ele alınması ve bir sonraki adıma karar verilmesi (evlat edinme, fertilite tedavilerine devam etme, suni döllenmeyi seçme) için bir platform olmaktadır.
Psikolojik bozuklukların fertilite, kısırlık tedavisinin başarısı ve tedaviye devam etme alanlarında etkisi olabileceği ortaya konmuştur. Bu durum, kısırlık tedavilerinde psikoterapinin tamamlayıcı rolünü gündeme getirmektedir. Invitro fertilizasyon tedavileri, çiftler için hem duygusal hem de fiziksel bit yüke dönüşebilmektedir. Tedavideki bekleme süreci oldukça stresli olabilmektedir. Yapılan araştırmalar, bilişsel davranışçı terapinin ve destek gruplarının bu süreçte yaşanan stresi, öfkeyi, kaygıyı ve depresyonu azalttığını kanıtlamıştır.